Ülkemizde ve diğer bir çok ülkede sistematik ve yaygın duruma gelen şiddet olayları, Amin Maalouf’un dile getirdiği soruyu daha da önemli hale getiriyor: “Din, renk, dil, tarih ve gelenek bakımından birbirlerinden farklı olan ve dünya gelişiminin, sürekli olarak yan yana yaşamak durumunda bıraktığı halkları, huzurlu ve uyumlu biçimde bir arada yaşatmayı becerebilecek miyiz?”
Bu soru, tüm insanlık için içinde bulunduğumuz yüzyılın en yakıcı temel sorunsalını oluşturuyor.
Korkuyu araçsallaştırma
Ulusal ve bölgesel alanda sorunsalı en ağır şekilde yaşayan Türkiye’de hükümet, yönetim sisteminin değiştiğini, fiili olarak “yarı başkanlığa geçildiğini” dayatan oligarkvari bir tekil iradenin hakimiyetinde bulunuyor. Kamusal alan üzerinde, yaşamlar üzerinde mutlak gücü sürekli kılmak ve yeniden üretilmesini garanti altına almak için, şiddet ve baskı politikaları ile bir denetim/kontrol toplumu oluşturulmaya çalışılıyor.
Demokratik yönetim biçiminin etkinliği olarak politika, bütünüyle unutturuluyor. Demokrasi sözcüğü kimsenin adıyla anmak istemediği, güvenlik karşıtı tehlikeli bir ad haline getiriliyor. Güneydoğu illerinde yaşanmakta olan çatışmalar ve şehirlerde patlayan bombalar ile sistematik, yaygın ve görünür hale gelen şiddet, içselleştirilen bir gerçeklik ve bir olgu olarak yaşamın her alanını kuşatıyor. Bu kuşatılmışlık içinde toplumun her kesiminde; “kendi hayatları ve yakınların hayatının hiçe sayıldığı düşünce ve duygusu” hakim oluyor. Bu düşünce ve duygu, fiziksel ve algısal boyutları ile korkuya dönüşüyor. Bu korku giderek halkın içinde bulunduğu ‘toplumsal edilgenlik, burukluk ve anlamsızlık’ duygusunun aşılmasını sağlayacak araçlar, demokratik eylem ve söylemler üzerinde düşünmesini, bunları oluşturmasını engelliyor. Güvenlik, toplumca tanınan tek değer haline geliyor. Güvenliği birazcık dahi olsa iyileştiren her şeyin, yasal olsun olmasın sorgulamaksızın, meşru olduğuna dair kendiliğinden bir inanç, bir önyargı oluşuyor. AKP iktidarı varlığını, erk ve hegomonik gücünü sürdürmek için korkunun yarattığı bu meşruluk önyargısını kullanıyor ve bunu araçsallaştırıyor. Demokratik talep ve gerekleri karşılamak, kalıcı barışın yapısal koşullarını oluşturmak, Kürt sorununun çözümünde siyasetin önündeki engelleri kaldırmak, demokratik söylem ve eylem araçlarını çoğaltarak farklı talepleri de demokratik gereklilikler çerçevesinde dillendirmek olanağı sağlamak yerine; Alman Ceza Hukukçusu Jakobs’un tanımladığı “düşman ceza hukukunu” daha şiddetli ve yaygın şekilde uygulamaya koyuyor. Siyasal alanda “hasım” şeklinde adlandırılabilecek kişileri ve milletvekilleri dahil siyasi özneleri; vatandaş ceza hukuku yerine, düşman ceza hukuku kapsamına alıyor. Mücadele edilecek düşman olarak muamele ediyor.
Yasama dokunulmazlığı neyin güvencesi?
Yasal dokunulmazlıkların kaldırılmasının gündeme taşınması da bu araçsallaştırmanın örneğini oluşturuyor. Anayasal bir güvence olarak yasama dokunulmazlığı; “parlamento üyelerine, yasama görevleri ile ilgili olmayan, suç oluşturan ve cezai sorumluluk doğurabilen fiilleri işlediklerinden bahisle, parlamentonun izni olmadan hürriyetten mahrum edici tedbirlerin (tutma, gözaltına alma, tutuklama, sorgulama, yargılama ve hapis cezasını infaz etme) uygulanmamasını” kapsar.
Bu dokunulmazlık -Hollanda ve Yeni Zelanda dışında- demokratik bir sisteme sahip olan tüm ülkelerde var. Bu dokunulmazlığın amacı; Anayasa Mahkemesi’nin belirttiği üzere; “parlamento üyelerinin, iktidar tarafından tahrik edilebilecek keyfi, zamansız ve esassız ceza kovuşturmalarıyla geçici bir süre için de olsa yasama çalışmalarından alıkonulmasını önlemek” ve “toplumsal iradenin eksiksiz ve tam olarak parlamentoda temsilini” yani kamu yararını sağlamaktır. Bu kurum;“ milletvekiline sağlanan kişisel bir ayrıcalık değil, onun görevini gereği gibi yapabilmesi amacıyla yasama fonksiyonuna tanınmış bir ayrıcalıktır. “Özgür, yürütme kuvveti tarafından etki altına alınmamış bir parlamentonun” da en önemli güvencesidir.
Sonuç
Bu çerçeveden bakıldığında; yaşamakta olduğumuz süreçte yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına yönelik girişimler, Türkiye demokrasisi ve anayasal rejimi bakımından ciddi riskler taşıyor. İktidar; Meclis’te sahip olduğu oy gücüne dayanarak, parlamentoya tanınmış bir anayasal ayrıcalığı, muhalefet parlamenterlerine karşı, kendi tahammül sınırlarını zorladıklarını düşündüğü tüm durumlarda bir tehdit ve baskı aracı olarak kullanıyor. Meclis’te bulunan toplam 506 (dokunulmazlığın kaldırılması talepli) dosya arasından; “isnat olan suçlarla ilgili kamuoyundaki infialin gözetildiği” iddiasıyla, kendisi dışındaki “belli kişilere” ve “belli dönemlere” özgü dokunulmazlığın kaldırılması kriterleri oluşturmaya çalışıyor. Bu kapsamda, özellikle belli siyasi anlayış temsilcisi milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması yolunun açılması amaçlanıyor. Bu durum yasama dokunulmazlığı kurumunun amacına ve koruduğu değere bütünüyle aykırılık oluşturuyor.
Sayıca çoğunluğu oluşturan, yolsuzluğa bulaştığı iddia edilen parlamenterlere ait dosyalar bugüne kadar geçen süreçlerde TBMM’de ele alınmadı ya da yasama dönemlerinin sonuna bırakıldı. Yargının her kademesi belli bir ideolojik ve siyasal aidiyet üzerinden örgütlendi. Böylesi bir dönemde TBMM’nin birimlerinin ve üye çoğunluğunun yapısı gözönüne alındığında kimden gelirse gelsin, yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yapılacak düzenleme ve izlenecek yöntemlerin kamu yararını gözetmeyeceği, adil, şeffaf, demokratik yönetim bilincinin ve ceza adaletinin ürünü olmayacağı ortadadır.
Şiddetin yarattığı korku ve karmaşa etik, politik algıyı, toplumsal aidiyet duygusunu parçaladığı bir ortamda siyasal, sosyal dengelerin, ekonomik ve politik yönetilebilirliğin sürdürülmesi için birlikte, etkin siyaset üretebilecek bir Meclis’e büyük bir ihtiyaç var. Böyle bir Meclis’e en çok ihtiyaç duyulan bu ortamda, toplumsal kutuplaşmayı ve çözülmeyi arttıracak her düzenlemenin karşısında ses çıkarmak, geçmişin yanlışlarını tekrar etmemek için kalıcı bir tutum ve politika oluşturmak, başta muhalefet partileri olmak üzere herkesin görevidir.
Bu koşullarda, Anayasanın “Yasama Dokunulmazlığı” başlıklı 83. Madde* düzenlemesinin olduğu gibi korunması gerekiyor. Bu düzenlemenin, ilgili yasa kuralları ile Meclis İçtüzüğü hükümlerinin tarafsız ve etkin kullanılmasının savunulması, böylece bütün dokunulmazlık fezlekelerinin suçun şahsiliği temelinde, iddia edilen suçların tekil özellikleri çerçevesinde ele alınmasının sağlanması “özgür, yürütme kuvveti tarafından etki altına alınmamış bir parlamentonun” varlığı ve etkinliği için doğru çözüm olacaktır. (NOB/HK)
* MADDE 83 – Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar. Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez. Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclisin yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz. |